Hiç kavgalı veya ayrılıp barışmalı ilişkim olmadı ama birbirimize karşı zorlandığımız bir erkek arkadaşım olmuştu. Hem çevremden, hem de o zamanki kendimden bir değerlendirme yapayım.
1. Sevdiğini düşünmekten öte seviyor gibi hissediyorsun kendini. Daha doğrusu, kafanda bir şeyler bitmeye başladıkça kendinden ve düşüncelerinden korkuyorsun. Böylece kaybetme korkusu başlıyor. "Bir daha hiç göremezsem ne yaparım" düşüncesi baş gösteriyor.
2. İkinci olarak ciddi bir "
sunk cost fallacy" ve
Zeigarnik etkisi bileşeni var. Örneğin, sinemaya bir filme gidersin, hiç beğenmezsin ama "Parasını verdim" diyerek yarısında çıkmazsın ya da Ziegarnik etkisi kısmı olarak "Başladım bir kere filme, bitsin. Belki sevdiğim kısımları gelir" diye iğrenç bir filmi baştan sonra izleyebiliyor ya insan; onun ilişkisel versiyonu oluyor bir kere. Bunu da "O kadar çok emek verdim, şimdi emeklerime yazık mı olacak", "Başkasını tanımakla uğraşamam, yeni biriyle bu seviyeye gelmek çok zaman ister, alıştığımla devam edeyim" olarak duyuyoruz. İnsanoğlu olarak başladığımız işi bitirmeye ve yatırım yaptığımız (bizim olan) şeye çevreden daha fazla umut bağlamaya meyilliyiz.
3. Bazı kişiler birinden ayrıldığında bir alt statüye düşmüş gibi hissedebiliyorlar, o statüye düşmemek için ayrılmayabiliyorlar. Örneğin, bir arkadaşım bekar veya dul olanları aşağılardı, "Kadın olmayı bilse bu halde olmazdı" derdi. O yüzden şimdi kendisi de boşanamıyor.
Ek: Mantıklı birlikteliklerde ayrılmak daha kolay olabiliyor. "Bu ilişki daha fazla faydalı değil, o halde gideyim" demek daha kolay. Aşklı birlikteliğe insan daha fazla umutla bağlanaibliyor ve düzeleceğini umabiliyor.